Karanlık Sarmal 1. Kitap
İki çocuk...
İki farklı ülke...
Bir kış günü aynı anda dünyaya geldiklerinde, ciğerlerine ilk nefesi de aynı anda çektiler. Birbirlerinden çok uzakta olsalar da yaşayacakları acıları bilir gibi yine aynı anda ilk çığlıkları duyuldu.
İstanbul’da zamanın adı; 22:23 idi.
Bosna’da zamanın adı; 21:23 idi.
Zamanların ismi farklı olsa da o gün farklı yerlerde iki çocuk aynı anda dünyaya geldi. İlk feryatları aynı anda çıktı. İlk solukları ciğerlerine aynı anda çektiler. Her şeyden habersizdiler. Dünyaya geldikleri anda, muktedir olabildikleri tek şey o cılız seslerle ağlamak ve içgüdüsel bir can havliyle nefes almaktı.
Birbirlerinin varlığını dahi bilmeden yıllar geçireceklerdi.
Karşılaştıklarında ise; henüz farkında bile olmadıkları bir sarmalın içindelerdi.
Biri, ışığın yokluğuna mahkum doğmuştu.
Diğeri, onun mahrum olduğu ışığın varlığına tutunmuştu.
Karanlık Sarmal 2. Kitap
Bir zamanlar ona konulan namın, bir gün gelecek onu bu kadar iyi tarif edebileceğini hiç düşünmemişti.
Ona göre en basit tanımıyla Ölüler Diyarının Efendisi idi. Ardında bıraktığı yüzlerce ölü içinde, hayatlarına onun son vermediği birkaç kişinin acısı dışında hiçbir ölüm ona dokunmamıştı. Hayatına son verdikleri, diyarına kabul ettikleri, bunu çoktan hak etmişlerdi.
Şimdi ona verilen namı gerçek anlamıyla taşıdığını hissediyordu. Kelime anlamı olarak Hades görünmez manasına geliyordu. Mitolojideki Hades'i görünmez yapan bir miğferi ve Bident denen iki uçlu bir asası vardı.
Bident denen asanın bir ucu ölümü, bir ucu yaşamı temsil ediyordu.
Şimdi onun miğferi kızı, kendi yetiştirdiği Hayalet'ti.
Asasının ölümü temsil eden ucu, Azrail'in elindeydi. En güçlü müttefiki.
Azrail asanın ucunu şimdiden bilemeye başlamıştı bile. Mızrak benzeri asanın ucu sivri bir ok olacak, fakat tıpkı bir orak gibi kullanılacaktı. Değdiği her boyundan oluk oluk kan akacak, canını yakan herkesi kendi kanında boğacaktı.
Karanlık Sarmal 3. Kitap
Karanlığında bir çatlak daha oluştu. Bir başka ışık huzmesi daha bu çatlaktan içeriye sızıyordu şimdi. Şafağın sökmesine çok az kalmıştı. Gün ağarmadan hemen evvel ortaya çıkan ilk ışıklar sarının tonlarına sahipti ve Ulun, bundan daha güzel bir ton olamayacağını düşünüyordu.
Şeytan ona Ulun adını vermişti. Kendisi ise Azrail adını seçmişti.
Çünkü yaşam değil, ölümdü bildiği. Birilerinin kölesi olsa da ölümün efendisi olmayı seçmişti.
Adı Azrail olan bu kara kalpli adamın yüreğini kaptırdığı kadın, sarı saçlı bir periydi. Karanlığının ışığı… Onun Aurora Borealis’i yol göstermeye devam ediyor ve aydınlattığı yolda kulağına fısıldıyordu.
“Tuğra... Senin adın Tuğra. Bu isme tutunduğun sürece her şeyin üstesinden geleceksin. Ve ben hep yanında olacağım.”
Annesi ona Tuğra adını vermişti.
Dinen sağanak yerini dingin bir havaya bıraktı. Alnı genç kadının göğsüne yaslanmış olan adam boğuk, tarazlı bir sesle fısıldadı. Bu kez ona verilen ismi tüm kalbiyle o da seçerek kabul etti.
“Tuğra,” dedi. “Benim adım Tuğra.”
Aniden bastıran bir bahar yağmurunun ardından ortaya çıkan taze toprak ve çimen kokusu havayı kuşatmıştı adeta. Yepyeni, taze bir günü müjdeliyordu.