“Yerin dibine batsın savaşla korunmayan şanın, düşmana değil de geri kaçmak için sürülen atın…”
Akman, bir çocuğun kalbine sığmayacak kadar büyük bir yangının mirasçısıdır. Ailesini bir Moğol baskınında yitirmiş, kaybettiklerinin yasını kılıcında bileylemiş, intikamı yutkunarak büyümüştür. Onun için hayat bir savaştan ibarettir düşmana karşı değil sadece, kendine karşı da… Aşk karşısında bile eğilmeyen boynu, yalnızca bir tek düşman için bükülmeye hazırdır: Ailesinin kanını akıtan Moğol komutan Loya…
“Bir Türk için rahat olmak, onun için çabalamak benliğine ve ırkına hakarettir,” diyen Akman’ın iç dünyası, onu yasaları çiğnemeye mecbur bıraktı.
Göktürklerin bozkırında geçen bu destansı roman; onur, inanç, aşk ve ihaneti harmanlıyor. Sadece tarihî bir macera değil, bir ruhun çırpınışı... Bir savaşçının kendiyle hesaplaşması... Ve en önemlisi, zaferin her zaman düşmanın kılıcını kırmakla değil, bazen kendi içindeki zinciri parçalamakla kazanıldığını hatırlatan bir hikâye…
Peki, en büyük düşmanı dışarıda mı, yoksa kendi içinde midir Akman’ın?
Ya siz bu sesin içinde, kendi sesinizi duyacak kadar cesur musunuz?
“Ebedi Kürekçi Destanı” görünmeyen yasaların, eski
fısıltıların ve dokunulmaması gerekenin öyküsüdür.
Ve sen sayfaları çevirdikçe şunu fark edeceksin:
Bazı çocuklar, kaderi yenmez.
Sadece içine yürür.
Bazı şeyler, sen ne yaparsan yap,
olması gerektiği gibi olur…